BAYRAQDAR MEDİA – Kıbrıs Rum tarafında 1993 yılında yapılan sözde “Cumhurbaşkanlığı” seçimlerinde adayların en güçlüsü olan Glafkos Klerides’in sloganı “Beni seçerseniz AB’ye üye olmak için başvuru yapacağız ve üye olduktan sonra da AB’yi arkamıza alıp Türkiye’yi adadan atacağız” idi.
Seçildi ve iki dönem başkanlık yaptı.
Dediği gibi de AB’ye başvurdu ve 10 yıl sonra da Kıbrıs Rum Yönetimi, AB’nin Kuruluş Yasasına aykırı olarak ve de 1960 Kıbrıs Cumhuriyetinin Anayasası çiğnenerek Avrupa Birliğine üye yapıldı.
Hristiyan olmak, Hristiyanların haklarını korumak, korudukları haksız da olsalar arkalarında durmak için her tür yasayı, kuralı, anlaşmayı “Güçlü biziz. Biz ne dersek o olur” mantığı ile çiğnemek, diğer bir tanımlamayla “Politik zorbalık yapmak” böyle bir şey.
Lakin, bir Hristiyan birliği olan Avrupa Birliği’nin artık sona doğru hızla ilerlediğini söylemek yanlış olmaz. Fransa’nın, İngiltere’nin “Brexit” isteğinin benzeri olan “Frexit” çalışmalarını başlatması, yaklaşan sonun ciddi bir habercisi. AB içinde liderliğe oynayan Fransa, AB’den çıkmak istiyorsa, AB’de işler iyi gitmiyor demektir.
Özellikle de Fransa için sıkıntılı günler geçen seneden başladı.
Her yıl yaklaşık 500 Milyar dolar haraç aldığı Afrika’daki, 60’lı yılların içinde -göz boyamak amaçlı- güya bağımsızlık verdiği sömürgeleri, Türkiye’nin başarılı dış politikası sonucunda bir bir Fransa’ya başkaldırmaya ve haracı kesmeye başlayınca, Fransa’nın ekonomisi yön değiştirdi. An itibarı ile Fransa’nın ülke olarak dış borcu kendi gelirleri ve üretimi ile ödenemeyecek düzeye ulaştı.
Fransa hükümetleri acil tedbir almazsa, Korsika’nın başı çekeceği Fransa’nın kendi içinde çözülmeler ve ayrılıklar süreci yaşanabilir.
Öte yandan, geçmiş yıllarda arkasını AB’ye dayamış olan Kıbrıs Rum Yönetimi, müzakereleri devam ettirmek için Kıbrıs Türklerinden “akla ziyan” tavizler talep etmişti. Özellikle KKTC’nin 4. Cumhurbaşkanının sürdürdüğü müzakerelerde, AB’nin desteği ile kendilerini o denli güçlü hissetmişlerdi ki, Rum lider Anastasiadis büyük boyutlarda elde ettiği tavizlerle yetinmemiş, 2017 yılında Crans Montana’da sürdürülen müzakerelerin son oturumunda “Sıfır asker, sıfır garanti” cüretkarlığına soyunmuş, talebi reddedilince de, müzakere masasında elinde ne varsa masaya fırlatıp atarak ayağa kalkarak masayı terk etmişti.
Rumların boylarına posların bakmadan “Sıfır asker, sıfır garanti” talepleri, “Kıbrıs adasında tek bir Türk askeri kalmayacak ve Türk askeri tümüyle adayı terk edecek, Türkiye’nin Kıbrıs adası üzerindeki garantörlüğü de kaldırılacak” kapsamında bir hadsizlikti. Yani hem Lozan Antlaşmasının 16. maddesi tadil edilecek, hem de 1960 Kıbrıs Anayasasının EK-I’i olan “Garantiler ve İttifak Anlaşması” iptal edilerek, Türkiye’nin garantörlüğü ortadan kaldırılacaktı. Tabii ki bu istek derhal reddedildi ve müzakereler koptu.
Hristiyan olmanın dışında hiçbir özelliği olmayan, AB içinde “yalancı, dolandırıcı, tembel” olarak tanımlanan AB’nin neredeyse en küçük üye devletinin, 85 milyonluk Türkiye’ye kafa tutacak kadar kendini yukarılarda görmesi abesle iştigalden öte klasik Helen megalomanisinin tezahürü.
Aradan geçen 7 sene içinde ülkelerin yapılarında ve bölgesel siyasi dengelerde büyük değişimler olmuş ki şimdi Kıbrıs Rum tarafı, Cumhurbaşkanı Tatar’a “aman ne olur gel lütfen müzakere masasına otur” diye yalvarır olmuş, bunu yeterli görmemiş, araya Birleşmiş Milletleri ve Avrupa Birliğini de ricacı olarak sokmaya çalışmakta…
Şimdi ne mi olacak? Tabi ki Adalar Denizi (Ege), Doğu Akdeniz, Orta Doğu, Kafkaslar ve Balkanlarda dikkate alınması gereken Türkiye, iki devletli çözüm dışında bir çözüm formülüne sıcak bakmayacak. AB’nin, ABD’nin ve Rumların olası baskılarına rağmen Kıbrıs Türklerinin egemenliğinden asla taviz vermeyecek.