Son yeniləmə: 19 Yanvar 2024 11:36
Hasan KUMKALE – Özel olarak BAYRAQDAR MEDİA için
BAYRAQDAR MEDİA – İnsanlığın yakın tarihte yaşadığı iki cihan harbinin akabinde uluslararası barışı sağlamak ve daim kılmak amacıyla kurulmuş olan Birleşmiş Milletler’in bu misyonunu gerçekleştiremediği ayyuka çıkmıştır. Adalet ve barış için kurulmuş olan bir örgütün daha kuruluş sürecinden itibaren yapısal olarak bu hüviyeti taşıyamadığı görülmektedir. Dünyanın kaderini güvenlik konseyinin daimi üyesi beş devletin iradesine bağlayan Birleşmiş Milletler bu manada kuruluşundan itibaren problemli bir yapıya sahiptir. Nitekim, dünya üzerinde yaşanan çatışmaların ve zulümlerin kahir ekseriyetinin söz konusu beş devlet veya bu devletlerin güdümündeki gruplar ve yapılar tarafından üretilen çıkar çatışmalarının ürünü olduğu görülmektedir. Dünya’nın tüm çatışma bölgelerine baktığımızda ya bu beş devleti ya da onlar adına vekalet savaşı yürüten grupları görmekteyiz. Bir damla petrolü variller dolusu insan kanına tercih eden bir zihniyetin tezahürü olan emperyalizmin “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” diyen ve mazlumun bir damla göz yaşı için canını feda edecek Türk karşısında mağlubiyeti malumdur.
Son yarım asırda dünyada akan kanın müsebbipleri olan beş devletin emperyalist çatışmalarına engel olamayan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun işlevsizliği günümüzde de net olarak görülmektedir. Rusya-Ukrayna savaşı küresel emperyalizmin iki gücü olarak Rusya ve Batı’nın güç mücadeleleri arasında binlerce Ukraynalı’nın ölümüne ve milyonların göç etmesine neden olmuştur.
Güvenlik gerekçeleri ile Ukrayna’da yıkıma neden olan Rusya da; Ukrayna’yı savaşa teşvik ederek köşesine çekilen Batı da amacına ulaşamamış, kaybeden yine insanlık olmuştur. Bu mücadele kuzey ile de sınırlı kalmamış, Balkanlar’da Sırbistan ile Kosova arasındaki gerginlik tırmanmış ve yeni, tehlikeli bir jeopolitik doğmuştur. Benzer bir durum Doğu Akdeniz’de Türkiye ile Yunanistan arasında da vuku bulmuş; Yunanistan’ın hukuksuz talepleri ve Türkiye’nin uluslararası hukuktan kaynaklanan kıta sahanlığı talepleri karşı karşıya gelmiştir. Tüm bu karşıtlıklar sürerken İsrail’in Filistin’in Gazze bölgesine yönelik soykırıma varan saldırıları tüm insanlığın vicdanını sızlatmıştır. Ancak elbette mesele vicdanı aşan jeo-stratejik bir düzleme sahiptir. Amerika Birleşik Devletleri’nin Ortadoğu üzerindeki emellerinden bağımsız düşünülemeyecek olan bu düzlem bölge milletlerinin huzur ve güvenliğini açıkça tehdit etmektedir. Hatta bu durum küresel yeni kutuplaşmalar doğurmuş, var olan kutuplaşmaları da derinleştirmiştir.
Bu kutuplaşmaların önemli bir aktörü olan İran’ın gerek Yemen’de, gerek Lübnan’da, gerekse de Ortadoğu’daki muhtelif coğrafyalarda paramiliter gruplar aracılığıyla alan hakimiyeti sağlama çalışması gözden kaçmamaktadır. Suriye’de de kendini gösteren, hatta Suriye’nin kuzeyinde yoğunlaşan bu çaba, elbette kabul edilemezdir. İran’ın bu faaliyetleri Amerika Birleşik Devletleri ve diğer küresel emperyalistlerin politikalarından ayrı düşünülemez. Bu noktada Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası hukuk, güvenlik ve egemenlik haklarından kaynaklanan mücadelesinin gerekliliğini ve ehemiyetini açıkça göstermektedir. Bu noktada Karabağ meselesine de ayrı bir parantez açılması elzemdir. Zira, Karabağ bölgedeki diğer çatışmaların aksine Azerbaycan’ın işgal altındaki topraklarını kurtarma ve kendi topraklarında tekrar egemen olmasının adıdır. Türkiye başta ve müstesna olmak üzere Türk Dünyası’nın desteği ve Azerbaycan ordusunun kahramanca destansı mücadelesiyle yazılan Karabağ Zaferi bölgedeki tüm emperyal çatışmaların aksine bir hak mücadelesi olarak Türk Milleti’nin tarihe geçen şeref nişanelerinden olmuştur.
Söz konusu süreçte Ermenistan’a destek olarak bölge barışına bir anlamda engel olan İran’ın, bugün Pakistan ile yaşadığı ve sıcak çatışmaya da dönüşen gerginlik yine bölge barışını tehdit etmektedir. Yine İran’ın ülkesinde gerçekleşen menfur terör eyleminin ardından Irak’a yönelik saldırıları küresel egemen güçlerin kendi coğrafyalarında rahat yaşarken Ortadoğu’da gerilimin tırmanmasına sebebiyet vermiştir.
Tüm bu gerginliklerin dünya barışına zarar veriyor oluşu Türkiye ve Azerbaycan başta olmak üzere Türk Dünyası’nın topyekûn güçlü bir güvenlik konseptine olan ihtiyaca işaret etmektedir. Bu anlamda Türk Devletleri Teşkilatı’nın gerçekleştirdiği toplantı ve faaliyetler ile işbirliğini arttırmaya yönelik adımlarının ehemiyeti bir kez daha görülmektedir. Teşkilat mensubu ülkelerin askeri işbirliklerinin maksimum düzeye çıkartılması ve bu minvaldeki projelerin ivedilikle hayata geçirilmesi hususi bir önem arz etmektedir. Tarihsel müktesebat bakımından bir ve yek vücut, kültürel bakımdan dost ve kardeş olan Türk Dünyası’nın diğer “Esir Türklerin” ve sömürü altındaki coğrafyalarımızın haklarının korunması bakımından atacakları adımlar da oldukça kıymetlidir.
Kan ve gözyaşının akmadığı, hukukun üstünlüğünün geçer akçe olduğu, insan hayatının ve haklarının her türlü küresel menfaatin üzerinde tutulduğu barış içerisinde bir dünyanın garantisi hakim bir Türk Dünyası, güçlü bir Türk Devletleri Teşkilatı’dır. Adriyatik’ten Çin Seddi’ne, Yakutistan’dan Türkmeneli’ne hür ya da esir tüm Türk Milleti’nin birliği, refahı ve nihayetinde mutlak hürriyeti insanlığın huzurunun teminatı olacaktır. Ankara ile Bakü’nün kaderinin bir olduğunun bilinci; Bişkek ile Taşkent’in, Astana ile Aşkabat’ın kardeşlik ve birliktelik vizyonunu beslemek de Tebriz’e, Kerkük’e, Kaşgar’a umut teşkil etmektedir.