Son yeniləmə: 29 Noyabr 2021 11:52
Doç. Dr. Esma Özdaşlı, bayraqdar.info için özel
Bayraqdar.info – Soğuk Savaş döneminde Doğu ve Batı blokları arasındaki rekabetin en yoğun olarak yaşandığı alanlardan biri de nükleer çalışmalardır. ABD’nin 2. Dünya Savaşı’nın sonunda atom bombasını kullanmasından sonra SSCB de bu alandaki çalışmalarına hız vermiş ve 1949 yılı itibariyle yapılan çalışmalardan olumlu sonuçlar almaya başlamıştır. 1954’te Moskova’ya yaklaşık olarak 100 km uzaklıkta inşa edilen Obninsk’teki santral, SSCB’nin ilk nükleer santrali olma özelliğine sahiptir. Bu tarihten sonra da Metsamor Nükleer Santrali (MNS) dahil Sovyet coğrafyasının çeşitli bölgelerinde santraller açılmaya başlanmıştır.
Sovyetler Birliği döneminde VVER, PBMK, EGP ve BN olmak üzere 4 tür reaktör kullanılmıştır. En fazla kaza yapan ve en güvensiz olarak kabul edilen ise MNS’de de kullanılan VVER türü reaktördür. MNS, Uluslararası Atom Enerji Kurumu başta olmak üzere alanda uzman birçok kuruluş tarafından dünyadaki en tehlikeli ve güvensiz santral olarak kabul edilmektedir.
Metsamor’un Neden Olabileceği Tehditler
Metsamor’un neden olduğu veya olabileceği tehditler hem teknik donanım yoksunluğundan, hem de bulunduğu coğrafya ile ilgilidir. Çernobil gibi en eski Rus teknolojisine sahip MNS’nin Ağrı Dağı fay hattında olması bile tek başına ciddi manada risk oluşturmaktadır. Nitekim santral 1988’de meydana gelen 6.9 büyüklüğündeki Spitak depreminden büyük zarar görmüş ve depremden yaklaşık olarak üç ay sonra “sismik güvenlik açığı” gerekçesiyle kapatılmıştır. Bu noktada Spitak’ın Metsamor’a yaklaşık olarak 100 km uzaklıkta olduğunu ve bu mesafeye rağmen santralin ciddi manada zarar gördüğünü de ekleyelim. Dolayısıyla aktif bir fay hattı olan Ağrı Dağı fay hattı üzerinde bulunan Metsamor’a daha yakın bir yerde yaşanabilecek olası bir depremin çok daha büyük sonuçları olabilir ve bu sadece Ermenistan’ı değil, MNS’ye 16 km uzaklıkta olan Türkiye’yi ve Azerbaycan’ı da çok ciddi manada etkileyebilir.
MNS’nin fay hattında bulunmasının dışında da birçok modern donanım eksikliği bulunmakta. Örneğin, birinci nesil su soğutma sistemi ile çalışan santralin soğutulması için kullanılan su yetersizdir ve aynen Çernobil gibi nükleer yakıtını koruyacak bir koruma havzası bulunmamaktadır. Ayrıca reaktörün soğutulmasında kullanılan atık suyun Aras Nehri’ne dökülmesi sadece Azerbaycan ve Türkiye’yi değil, Aras Nehri’nin döküldüğü Hazar Denizi’ne kıyıdaş tüm devletleri de büyük bir tehdit ile baş başa bırakmaktadır.
Metsamor’un Koruma Kalkanı Yoktur
Teknik sorunlar bununla da sınırlı değildir. MNS’de modern nükleer santrallerde bulunan kapalı beton kubbe olmadığı için radyoaktif maddenin sızıntısını önleyecek bir koruma kalkanı yoktur ve bu radyoaktif maddeler hava yoluyla santralin yakınındaki Iğdır’a ve diğer bölgelere rahatlıkla ulaşabilmektedir.
Iğdır ve çevresinde son yıllarda kanser vakalarının artması, bitki örtüsünde kurumaların yaşanması ve verimliliğin azalması, sınıra yakın yerlerde hayvanların sakat doğma oranının artması gibi olumsuz gelişmeler halkın endişelerini artırmaktadır. Aslında bu tür sorunlar daha santralin kullanım ömrünü tamamlamadığı 1980’li yılların sonlarına doğru Sovyet Ermenistan’ında da dile getirilmekteydi. Örneğin, 1986’da SSCB Başkanı Mihail Gorbaçov’a gönderilen bir mektupta, santralin acilen kapatılması istenmiş ve radyasyon ve atıkların binlerce Sovyet vatandaşının “yavaş yavaş” ölmesine neden olduğu ifade edilmiştir.
Benzer şekilde 1995’te santralde inceleme yapan dönemin Atom Enerji Ajansı yetkilileri Metsamor’un mimari tasarımının hatalı olduğunu ifade etmişti. Aslında santralin mimarisi ile ilgili endişeler daha MNS’nin inşa edildiği dönemde Sovyet bilim insanları tarafından da dile getirilmişti. Ancak herşeyin merkezden planlandığı komünist sistemde, bilim insanlarının veya halkın beklenti ve endişelerinden çok yöneticilerin ne istediği önemli olduğu için tüm olumsuzluklara ve risklere rağmen santral inşa edilmiştir. Bu eleştirilere kulaklarını kapatan Moskova, Spitak depreminde zarar görmesine rağmen yine ekonomik gerekçelerle santrali çalıştırmaya devam etmiş, tehdidin artması üzerine depremden birkaç ay sonra santral kapatılmış. Ancak Metsamor’un bir daha açılamayacağına ilişkin herhangi bir karar almaktan kaçınılmıştır.
Bağımsızlık Döneminde de Santral Kapatılmıyor
Ermenistan’ın bağımsızlık sürecinde de politik liderler ve çevre örgütleri santralin kapatılmasına yönelik eylemler yapmış, buna rağmen günümüze kadar yine “ekonomik gerekçelerle” santral faaliyetine devam edebilmiştir. Ermenistan’ın yaşadığı iktisadi sorunlar düşünüldüğünde insani ve çevresel değerleri göz ardı eden Ermeni yöneticilerin tüm risklere ve tepkilere rağmen kısa vadede santralin kapatılması öngörülmemektedir. Çernobil ve Fukuşima ile aynı teknoloji ile üretilen MNS’de olabilecek herhangi bir kaza Ermenistan’ın yanı sıra santrale 16 km mesafedeki Türkiye’yi ve Azerbaycan’ı da ciddi manada etkileyebilir.
Unutulmamalıdır ki 1986’da meydana gelen kazadan sonra Çernobil’in bulunduğu Pripyat şehrinde radyoaktif etkiden dolayı hala yaşanamamaktadır ve rüzgar ve hava koşulları ile bu kaza Türkiye dahil tüm bölge ülkelerini ciddi manada etkilemiştir. Benzer şekilde 2011 senesinde Japonya’da meydana gelen bir depremden sonra kaza yaşanan Fukuşima Nükleer Santrali’nde de radyasyon sızıntısı meydana gelmiştir.
Güvenlik Önlemi Almadan Daha Bir Reaktörü Çalıştırmışlar
Ermenistan’ın 1991’de bağımsızlığını ilan etmesi sonrasında işgal siyasetine devam etmesi, zaten oldukça kötü durumda olan ekonominin dibe vurmasına neden olmuştur. O tarihlerde Ermeni politik yapıcılar, önde gelen aydınların ve çevre gönüllülerinin tüm uyarılarına rağmen ekonomik gerekçeleri öne sürerek ve hiçbir güvenlik önlemi almaksızın 1995’te santralin ikinci reaktörünü (Metsamor-2) yeniden faaliyete geçirmişlerdir. İşletim hakkı büyük oranda Rus şirketi Rosatom’a ait olan MNS, Ermenistan’ın günümüzde ihtiyaç duyduğu enerjinin yaklaşık olarak yüzde 40’ını karşılamaktadır ve bu durum Erivan’ın santrali kapatacağı yönündeki beklentileri boşa çıkartmaktadır.
Rosatom, santralin genel tamir ve ekipman değişiminden ve bakım ve personel yetiştirme işlerinden sorumludur. Dolayısıyla MNS elbette Ermenistan’ın enerji ihtiyacının önemli bir kısmını karşılamaktadır. Ancak Erivan’ın Moskova’ya olan bağımlılığını da artıran bir unsur haline gelmiştir. Güney Kafkasya’da dar bir bölgede sıkışan, denize çıkışının olmaması yüzünden jeopolitik zorluklar yaşayan Ermenistan, doğal kaynak bakımından da oldukça fakirdir. Bu olumsuzluklara, gücüyle kıyaslandığında oldukça orantısız olan işgal politikası eklenince ülke bağımsızlığını kazandığı 1991’den itibaren siyasi ve ekonomik olarak hep sorunlarla mücadele etmek zorunda kalmıştır. Daha da önemlisi daha fazla işgal siyaseti Ermenistan’ı daha fazla Rusya’ya bağımlı hale getiren, dolayısıyla tam bağımsız bir devlet olmasını engelleyen en önemli unsur haline gelmiştir.
Yazar hakkında: 2005 yılında Karadeniz Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden lisans derecesiyle mezun olan Esma Özdaşlı, Süleyman Demirel Üniversitesi’nden 2008 yılında “Rus Dış Politikasını Şekillendiren Temel Dinamikler Çerçevesinde Rusya Federasyonu – Orta Asya Türk Cumhuriyetleri (Türkistan) ilişkileri (1991-1999)” başlıklı teziyle yüksek lisans ve 2012 yılında “Stratejik Ortaklık Kavramı ve Azerbaycan’ın İsrail Politikası” başlıklı teziyle doktora derecesini almıştır. 11 Kasım 2020’de ise Uluslararası İlişkiler alanında Doçent unvanını almıştır. İyi derecede İngilizce ve temel düzeyde Rusça bilmektedir. Türkiye ve Azerbaycan’daki Stratejik Araştırma Merkezleri’nde yazıları yayımlanmış olan, ulusal ve uluslararası dergilerde de birçok makalesi bulunan E.Özdaşlı’nın başlıca telif eserleri; “İsrail’in Orta Asya (Türkistan) Türk Cumhuriyetleri ile İlişkileri”, “Stratejik Ortaklık Kavramı Bağlamında İsrail-Azerbaycan İlişkileri” ve “Ermenistan Dış Politikası (1991-2019)” (eds.)başlıklı kitaplardır.