Son yeniləmə: 14 Avqust 2021 10:29
Yrd. Doç. Dr. Yurdagül ATUN
Taşkent’i bilir misiniz? Kıbrıs’ta en korkunç vahşetin, en dayanılmaz acıların yaşandığı, BM askerlerinin Türklerden topladığı silahları Rumlara vererek, Türklerin katledilmesine neden oldukları köy… Bu köydeki 9 yaşın üzerindeki tüm erkekler 1974 yılında Rumlar tarafından toplanarak acımasızca katledildi.
Sultan Karakaderli’yi bilir misiniz peki? Soyadından anladınız biraz… 1974’teki katliam sırasında eşini, 4 yavrusunu ve kardeşini kaybeden bir kadın… Bu kadar acıyla yaşamak zorunda kalan kadına “kara kaderli” soyadından başka soyadı uygun düşer miydi?
Karakaderli nine bundan 5 yıl önce evlatlarına, kocasına ve kardeşine kavuştu. Acıların en büyüğüyle sınanan Karakaderli nine şöyle anlatıyordu o meşum günü: “1974 yılının 15 Ağustos’u… Evlatlarımız, kocalarımız, kardeşlerimiz evlerinden toplandı ve hepsi katledildi. Birçok ocak söndü, onlarca kadın, eli yüreğinin üstünde gözleri yaşlı kaldı. O gün anaların, eşlerin, kardeşlerin gözünden akan yaş bir daha da dinmedi. Aslan gibi dört evladımı birden elimden aldılar. Kocamı, kardeşimi, ablamın iki evladını, aynı gün bizden kopardılar. Oğlumun biri daha 13 yaşındaydı, tuttum, vermek istemedim. ‘Onu götürmeyin, O daha çok küçük’ diye yalvardım, yakardım. ‘Hade be köpek, süt mü veriyorsun, nesi küçük?’ dediler, evladımı avuçlarımın arasından alıp götürdüler”.
Sultan Karakaderli’nin, onun kadar kara kaderli gelini Zerrin hanımla da röportaj yapmıştık. 21 yaşındayken 27 yaşındaki eşini toprağa veren Zerrin hanım Kıbrıs Türklerinin BM’nin gözü önünde nasıl katledildiğinin tanığıydı bir anlamda. (İsteyenler bundan 6-7 yıl önce yaptığımız haber röportajımızı okuyabilir.)
Zerrin hanım geçenlerde bana bir yazı gönderdi. Belli ki “barış” adı altında Rum’un hamiliği yapanlara, ırkçılıkla ırk kelimesinin anlamını bilmeyenlere ve Türkiye’nin Kıbrıs üzerinde söz sahibi olmadığını söyleyenlere içerlemiş. Noktasına virgülüne dokunmadan yayımlayacağım yazıyı. Ki burada bir söz söylenecekse, ilk söz hakkı, bu vatan için bedel ödeyenlerindir elbet.
“1960 Anayasasını çiğneyen Rum’un amacı, adadaki Türk halkına her türlü mezalimi reva görerek, nihayetinde de Akritas planlarını uygulayarak EOKA örgütleriyle Türkleri topyekün katledip adayı bir Helen adası yapmak ve Yunanistan’a bağlamaktı. Bu amaçla 1974 ‘te adadaki bütün Türklere karşı saldırıya geçtiler. Güneyde, etrafı Rum köyleriyle çevrili ve yarısı Rum olan Taşkent (Tohni) köyünün 500 nüfuslu bir avuç Türk’ünü en ağır silahlarla kuşatıp önce üzerimize mermiler yağdırarak esir aldılar, elimizdeki av tüfeği gibi basit silahlarımızı toplayıp, evlerimizi basarak bizleri avlularda toplayıp otomatik silahlarını üzerimize diktiler. 13 yaşından 70 yaşına kadar tüm erkekleri esir götüreceğiz diyerek toplayıp, dağlara götürdüler, kurşuna dizdiler. İnsanlığın kabul edemeyeceği canilikle katlettikleri 84 erkeğimizi toplu mezarlara gömdüler… Geriye kalan anneler, eşler, küçücük yavrular, doğmamış bebekler, savunmasız kadınlar… Evlerin etrafına benzin dökerek yakmak isteyen insanlıktan nasibini almamış acımasız katil caniler… Ve bunları yapanlar köyümüzde birlikte yaşadığımız Rumlarla Yunan askerleriydi…
Eğer Anavatan Türkiye ve Türk Askeri Mehmetçik yetişmeseydi Taşkent gibi, Muratağa, Atlılar, Sandallar gibi daha birçok Türk köylerinde, bütün Kıbrıs Türk halkını katledip toplu mezarlara gömeceklerdi. Sözde garantör ülke Yunanistan ve Kıbrıs Rum Palikaryaları planlarını uygulamak için, 400 yıllık vatanımızda biz Türk halkına mezalimler yapıp, toplu mezarlara gömerlerken, sözde garantör ülke İngiltere, Türkleri öldürmek için adaya Yunan alayını gönderen sözde garantör Yunanistan, Amerika, Avrupa, insan hakları kuruluşları, sözde barış güçleri neredeydiler? Hepsi de ÜÇ MAYMUNLARI oynuyorlardı… Garantör ülke Anavatanımız Türkiye zamanında yetişmeseydi bugün hangisi kalkıp “burada Türk halkı vardı” deyip haklarımızı savunacaktı? Bir de utanmadan Rum’u Avrupa Birliği’ne aldılar. Rum’un hunharca işlediği canilikleri göz ardı ettiler. Rum’a uygulanması gereken izolasyonları yıllardır bizlere – Türk halkına uyguladılar.
Rum, katledip toplu mezarlara gömdüğü şehitlerimizi bize bin bir güçlükle 43 yıl sonra verdi. Avrupa birliği sözde insan haklarına başvurup şehitlerimizin hakları ve tazminatları için dava açmak istediğimizde, bizlere “zaman aşımına uğradı” yanıtları verildi, talebimiz reddedildi. Hunharca katledilen şehitlerimiz, öksüz kalan çocuklarımız, çalınan hayatlarımız, yaşadığımız sürece asla kapanmayacak en derin yaralarımız, acılarımız var.
Şimdi siz; sözde insan hakları savunucuları ülkeler, şimdi size niye güvenelim? Ve en önemlisi bu adada dökülen kanlarımız, verilen canlarımız pahasına kurulan KKTC Devletimizde şimdi hangi hakla kendinizde söz hakkı görüyorsunuz? Hiçbirinizin karışmaya ve bir söz söylemeye hakkı yoktur. 400 yıllık vatanımızda sömürülen haklarımız, gasp edilen topraklarımız, katledilen hayatlarımıza ve bastırılan hürriyetimize karşı yüz yıla yakın verdiğimiz mücadeleyle birlikte, bizi toplu mezarlardan kurtaran, bizi hürriyetimize kavuşturan ve adada sadece bize değil Rum tarafına da –ki Yunan ve EOKA’cı militan örgütler Rumları da öldürüyorlardı– garantör ülke Anavatanımız Türkiye’nin müdahalesiyle her iki tarafa da barış, özgürlük, huzur ve adalet gelmiştir.
Şimdi burada (Kıbrıs’ta) iki eşit halk vardır. Kurduğumuz KKTC devletimizde, Anavatanımızın garantisi altında güven içinde, bayrağımızın altında özgürce yaşamak Kıbrıs Türk Halkının hakkıdır.
Anavatanımız Türkiye’m garantör devlet olarak adada her iki halka hak, hukuk, adalet, huzur, güven, hürriyet, bağımsızlık ve özgürlük getirdi.
Garantör ülke Türkiye’m, yasal olarak müdahale hakkını kullandı. Yüzlerce ŞEHİT vererek Türk halkını kurtardı, adada asayiş ve huzuru sağladı.
Devletimiz KKTC üzerinde Anavatanımız Türkiye’mden başka hiçbir devletin söz hakkı kalmamıştır, yoktur.
Rum seviciler, eğer Rum halkı kendilerini kabul ederse Rum tarafına gidip kalabilir, evlerini ve mallarını da verebilirler.
Neden gitmiyorlar?
Devletimizin makamlarında şehit kanlarının üzerinde oturup, gazilerimizin bu vatan topraklarında feda ettikleri uzuvlarının üzerine basıp ahkâm keserek, ne vatanımızda kurduğumuz devletimize, ne de bugün varoluşumuzu borçlu olduğumuz Anavatanımız Türkiye’ye ve şanlı ordumuz Mehmetciğe dil uzatamazlar. Ama ne çare ki içimizdeki hainlere sessiz kalıp hep içimize atıyor, kendimizi paralıyoruz. Çünkü çektiğimiz, yaşadığımız acılar sıkıntılar o kadar çok ki yıprandık, yorulduk, tükendik. Haddini bilmez insanlarla mücadele edecek gücümüz kalmadı. Yine de gerektiği yerde can bedenden çıkana kadar şehitlerimiz gibi vatanımız, devletimiz için dimdik ayakta durmayı da biliriz, canımızı feda etmeyi de… Şükran sana, minnet sana TÜRKİYE’M! BİZ BU CİHANDA HEP VARDIK, VAR OLACAĞIZ.”