Son yeniləmə: 15 İyul 2021 09:36
Közhan Yazgan – Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Genel Başkanı. Özel olarak bayraqdar.info için
Çok yakın tarihimizde Türkiye Cumhurbaşkanı tarafından Paralel Yapılanma olarak adlandırılan, ilerleyen süreçte Türk Devletine karşı giriştiği kalkışmayla bütün alçak emellerini gözler önüne seren FETÖ / Fethullahçı Terör Örgütü’nün 15 Temmuz 2016’da Türk milletinin Türkiye’deki ve Türk Dünyasın’daki varlığına yönelik menfur hareketi asla unutulmamalıdır. Bu ayaklanma Türklüğe verdiği büyük zararlar yanında, Türklerin – maalesef geç de olsa – uyanmasına vesile olduğu için çok önemlidir.
15 Temmuz’u bir hayli derin okumanın gerektiğine inanıyorum. Derin okumak derken Türk tarihinin yakın dönemdeki süreci ve bunun sonuçları açısından değerlendirmek gerekir.
Osmanlı Türkiyesi’nin bizi getirdiği son süreç herkesin malumudur. 1789 Fransız İhtilali’nin Avrupa başta olmak üzere dünyaya, tabii ki Osmanlı Türkiyesi’ne de yaşattığı bir yeniden yapılanma söz konusudur.
Rönösans ve Reform dönemlerinde, aklın ışığında güç kazanmaya başlayan Avrupa son derece büyük bir hızla bilim ve teknoloji alanında gelişmeler göstererek yüksek bir seviyeye ulaşmış, bu süreci eşzamanlı tamamlayan ABD de büyük bir egemenlik gücüne sahip olmuştur. Bu egemenliğin dini, ekonomik ve siyasi birçok göstergeleri ve bunların alana yönlenmesi söz konusudur.
Dini ve ekonomik açıdan bakıldığında, Orta Doğu coğrafyası büyük bir öneme haizdi ve bu coğrafyanın dini temelli devletlerinin dini ve ekonomik kodlu olarak ele geçirilmesi gerekmekteydi.
Bu coğrafyada konuşlanmış olan Osmanlı Devleti / Türk milleti bu hedefin önündeki en büyük engeldi.
Bütün güçleriyle Osmanlı Türkiyesi başta olmak üzere Orta Doğu coğrafyasına çullanan Batı, Türklerin de binlerce yıldan beri gelen devlet geleneğini ve gücünü hafife aldıkları için bunda hayal kırıklığına uğradı.
Osmanlı Türkiyesi’nin Kuzey ve Balkan Türklüğü kökenli aydınlanmasıyla oluşturulan kurumların ve ekollerin yetiştirdiği; Mustafa Kemal ve arkadaşlarının başta olduğu aydın ve akıllı bir avuç Türk’ü yetiştirerek Türk milletine önder yaptılar ve yapılan Milli Mücadele’yle Osmanlı Türkiyesi, küllerinden Türkiye Cumhuriyeti olarak geri doğdu ve emperyalizme meydan okudu. Bununla da kalmadı; gerek Orta Doğu coğrafyasında, gerekse buralarla dini ve akrabalık ilişkileri olan ülkeler başta olmak üzere dünyada örnek bir egemenlik mücadelesi modeli oldu. Batı’nın hevesi kursağında kalmıştı. Buna rağmen de Orta Doğu’da tarihi gerçeklerle uyuşmayan ve geleceğe yönelik büyük sorunlara gebe bir devletleşme yapılanmasını sağladılar. Ama sömürme planlarının uygulanması geleceğe ertelendi.
Ve yeni; uzağa yayılmış yeni projeler devreye konuldu. Bu projelerden en önemlisi inandıkları dini kaynağından okumamış ve gerçeğini bilmeyen ve asırlar boyunca Arap milliyetçiliği ve Emevi zihniyetiyle sözde din adamlarının öğrettiği şekilde anlayıp yaşamış Türk-İslam halklarının inançlarını kullanmak şeklindeydi ki, bu zaten insanlığın var oluş tarihinden itibaren kullanılan ve sonuç açısından getirisi iyi bir formüldü.
Atatürk’ün ve arkadaşlarının sağlam temeller üzerine kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni – ki bu İslam âleminin de kurtuluş modeliydi – Atatürk’ün sağlığında yerinden oynatamayacaklarını bilen sömürgenler, projelerini din sömürüsü üzerinden hazırladılar ve Atatürk Türkiyesi’nin temellerini anlamamış veya içten içe karşı olmuş bir kesimle 40’lı yıllardaki kuluçkalık evresinden sonra 1950’lerde projelerini hayata geçirdiler.
Bu projenin temel dinamikleri:
-Atatürk’ü din düşmanlığı yaftasıyla karalamak;
-Atatürk’ün kurguladığı millî eğitim ve ekonomiyi Marshall ve benzeri planlarla etkisiz hâle getirmek;
-Din adına ortaya koyduğu Emevi zihniyetinin yüzyıllar boyunca İslam dünyasını uyuttuğu hurafe dini tekrar diriltmeye çalışmak;
-Bunu gerçekleştirecek cemaatlar oluşturmak veya yüzyılın başında kurgusu yapılmış olanları yeniden donatıp sahaya sürmek… ve s.
Buna görevi en iyi başaracak olanlarından biri Osmanlı Türkiyesi’nin son zamanlarından başlayarak kurgulanıp kodlanan Said Nursi Cemaati / Fetullah Gülen Cemaatiydi. Eğitim ve bilim maskesine bürünmüş dincilik atıyla Evangelizmin Türk-İslam ve diğer dünyaya yayılması…
1950’lerden sonra ABD güdümüne giren Türkiye’nin hâlâ bu güdümden çıkmadığını düşünüyoruz. ABD demek Evangalizm, ABD demek sömürgecilik, ABD demek emperyalizmdir.
Ama Türkiye’yi birdenbire tamamen kontrol altına almak mümkün değildi. Onun için Türkiye halkını din sömürüsü esasında bilinçlendirecek ve 15 Temmuzlara hazırlayacak işe koyuldu.
Yeraltı hücreleriyle başlatılan bu yapılanma, Atatürk’ün fikirleri ve görüşleriyle kodlanmış Türk Ordusu’nun aralıklarla yaptığı bütün tespit ve takiplere rağmen sinsi bir şekilde, sözde Allah için yayıldı ve bazı dönemlerde iktidar desteğini de yanına alarak atağa kalktı, palazlandı ve 2002 yılından sonraki iktidarın Paralel Ortağı oldu. Bundan önceki dönemde ve bu dönemde sızmaya başladıkları; ordu, yargı, YÖK gibi kurumlar başta olmak üzere birçok kuruma yıllarca değişik hile ve yöntemlerle yerleştirdikleri kadrolarla son derece etkin bir rol oynamaya başladılar. Bu durum iktidar tarafından görülemedi veya belli dinamikler etkisiyle şimdilik görmezden gelindi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hayat damarlarına girilmiş ve büyük bir güç elde edilmişti.
Artık bunların arkasında duran ve on yıllardır bekleyen adı geçen güçlerin, 100 yıl önce uygulamaya çalıştıkları projeyi /sözde Büyük Orta Doğu Projesi/ Yeni Osmanlı maskesiyle gerçekleştirmenin zamanı gelmişti.
Zaten on yıllardır PKK/PYD adıyla Irak ve Suriye’de oluşturulan taşeronlar da yeterince hazırlanmıştı. Tek engel olan Türkiye Cumhuriyeti de, FETÖ tarafından sağlanacak bir taşeronlukla dönüştürülür ve kukla dini lider Fetullah Gülen de tıpkı Humeyni gibi Türkiye’nin başına getirilirse, 100 yıl ertelenen bu proje tamam olacaktı.
Ama, bütün birikim ve iletişim teknolojilerine rağmen bir şeyleri hesaba katmamışlardı. Atatürk’ün attığı temeller o kadar sağlamdı ki ve Atatürk’ün gösterdiği yolda o kadar ilerleme vardı ki, Türk milletinin uykusundan uyandığında yine Türk milleti olacağı gerçeği de vardı…
İşte 15 Temmuz 2016’ da adı geçen güçlerin 100 yıl ertelenmiş emellerini gerçekleştirmek için harekete geçen İktidar tarafında gafletle beslenmiş, buna rağmen kilit noktaları ele geçirmiş FETÖ ve onun yüzyıllık kurucuları Türk milletine tosladılar.
Tosladılar ve darmadağın oldular.
Türk Devleti’nin damarlarına yayılmış bu virüs o gün bu gündür ayıklanmaya çalışılıyor. Sömürgenler başarılı olamadılar; Türk milleti az da olsa uyandığı için başarılı olamadılar. Bütün bu gelişmelerin Türk milleti ve onu yönetenlere bedeli ağır olmuştur. Fakat zararın bir yerinden dönülmüştür; tan atmış, Türk milletinin yürümesi gereken istikamet ve hareket tarzında bir umut ufku belirmiştir.
Demek ki; 15 Temmuz Kalkışması Türk Dünyası ve Doğu’ya egemen olup onu sömürmek isteyen malum güçlerin bunun önünde en büyük engel olarak gördükleri, Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni dönüştürüp etkisizleştirme projesidir. Görüldüğü kadarıyla umarız ki, başarılı olamamıştır ve ders alınmıştır…
Gelelim Bugünkü Azerbaycan’a
Azerbaycan 100 veya daha fazla yılları içinde barındıran bir süreci yaşadı…
Yine aynı sömürgen güçlerin Azerbaycan üzerinde de emelleri oldu…
Önceki yüzyıldan başlayarak son yüzyılın başlarında, Hanlıkların mücadelesi ve Sonunda Rusya/Sovyet Rusya tarafından işgal edilen bir Azerbaycan…
Mehmed Emin Resulzâde’nin Azerbaycan Türklerini istiklale kavuşturmak için yaptığı onurlu mücadelesi, fakat Sovyet emperyalizminin maalesef galip gelişi. Ardından kurulan Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti adında devam eden yetmiş yıllık bir idare. Sovyetler’in temelini sarsan bir Azerbaycan Türklüğü kalkışması ve arkasından gelişen süreç.
Sovyetler Birliği yıkılıyor ve altında büyük bir enkaz bırakıyor. Azerbaycan Halk Hareketi başarılı oluyor, fakat bir enkaz üstünde… Stalin öyle bir miras bırakmış ki, Azerbaycan Türklüğünün başına dert…
Tam Sovyet zulmünden kurtulduk derken, sözde Sovyet, ama gerçekte Rus emperyalizminin yeniden ayağa kalkan Azerbaycan Cumhuriyeti’nin kucağına attığı çözülmez meseleler…
Bu girdaptan çıkmak da yine Ebülfez Elçibey’in millet sevgisi ve Haydar Aliyev gibi bir strateji dehasının devreye girmesiyle oldu. Kurtulmak yetmedi; ne yazık ki bu süreçte Karabağ başta olmak üzere Azerbaycan topraklarının yüzde yirmisi Rus destekli Ermeniler tarafından işgal edilmişti.
Büyük Lider Haydar Aliyev ve İlham Aliyev tarafından uygulanan ekonomik, siyasi ve toplumsal projelerle Azerbaycan toparlandı ve uluslararası alanda yer ve itibar kazandı. Buna rağmen barışçı yollarla uluslararası kuruluşlara havale ettiği Karabağ meselesi bir türlü çözülmek istenmedi.
Tek çıkar yol kendi meselesini kendi gücüyle halletmekti. Ve öyle de oldu. Bağımsızlıktan sonraki toparlanma aşamasında kardeş ülke Türkiye`nin ve uluslararası çıkar ortaklarının da desteğiyle kurduğu güçlü ordusu devreye girerek Karabağ ve diğer işgal altındaki topraklarını binlerce şehit pahasına da olsa işgalden kurtardı ve nihai sonucu almak sürecine girdi.
Bugün Azerbaycan her alandaki kurumlarını yeni Cumhuriyet çerçevesinde çağdaş dünyayla uyum içerisinde yeniden yapılandırmış, güçlendirmiş; içerde ve dışarda görevlerini layıkıyla yapacak bir seviyeye getirmiştir.
Azerbaycan’ın gerek Türklük bilinciyle Türk Dünyası’yla sağlam ilişkiler geliştirmesi, gerekse bu ilişkileri akılcı bir şekilde uluslararası ilişkilere bağlaması Büyük Önder Sayın Haydar Aliyev ve şimdiki lider İlham Aliyev yönetimindeki çağdaş akıllı kadroyla sağlanmıştır.
Azerbaycan bugün başta en yakın kardeş ülke Türkiye olmak üzere Türk Dünyası ülkeleri ve çağdaş dünya ile geliştirdiği ekonomik, siyasi ve stratejik ilişkilerle çok doğru bir yerdedir.
Akılcı politikalarla yoktan sayılacak bir durumdan bugünkü başarısını yakalayan Azerbaycan, bunu sağlayan liderleri tarafından daha iyi yerlere taşınacak; başta Kafkaslar olmak üzere, kardeş Türk Dünyası ve çağdaş diğer dünyada layık olduğu yere gelecek ve sahip olacağı güçle dünyanın geleceğine yön veren aktörlerden biri olacaktır. Bundan kimsenin şüphesi olmamalıdır. Bu istikamette yılmadan, bıkmadan, usanmadan çalışmaya devam etmek gerekmektedir.