Press "Enter" to skip to content

Afganistan Konusunda Bazı Soruların Cevapları

Son yeniləmə: 29 İyun 2021 21:55

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE AFGANİSTAN’DA ULUS DEVLET YÖNETİMİ SORUNU VE ULUSLARARASI MÜDAHALELER ÜZERİNE DEĞERLENDİRMELER

Cengiz ASLAN / Araştırmacı – Ankara

Tarihçe

Genel tarih kaynaklarında Hint-Aryan kökenli olarak kabul edilen Afganların atalarının Nuh’un oğullarından Ham’a dayandığına dair tarihi atıflar ne kadar gerçekçi bilinemez. Fakat Farsça kaynaklardan ‘Afgan’ adının etimolojik kökleri incelendiğinde, bazı kaynaklarda Hintçe ve Sanskritçe ‘figan’ sözcüğüne dayandırılmıştır. Latin tarih kaynaklarında ise Sanskritçe ‘Aşvakan – Ashvakayana’ olarak ifade edilmiştir.

MS 3. yüzyıldan kalma Hint-Sasani dillerinde ise ‘Avagāṇa-Abgan’a olarak türetilmiştir. Yunanca kaynaklarda ‘Afkan’ halkı, atlı süvariler anlamında ‘Asakani’ olarak adlandırılmıştır.

Afkan Kralı 1. Nida Şapur (MS 260-272) döneminden günümüze Afganistan hemen hemen her yüzyılda büyük işgallere veya sınır-bölge savaşlarına maruz kalarak yıkıma uğramıştır.

‘Pathan’ veya ‘Afgan’ olarak bilinen ve günümüzde ‘Peştu’ adı ile ırk adına dönüşen Afgan halkı, bölgedeki yerel halklar ile kaynaşarak homojen bir millete dönüşmekte başarılı olamamıştır. Hint-İran kökenli topluluklar ve Hazar-Türk-Moğol kökenli etnik unsurların tarihi; ‘sarbani, batani (betani), gargashti ve (carrani) carlani’1 kabilesi altında sınıflandırılmıştır. Afganistan’ın arkeolojik bulguları üzerinde yapılan incelmelerde Yunan, Çin, Hint ve Türk-Moğol medeniyetinin kalıntıları tespit edilebilir. Afganlar, Batı işgallerine sık sık maruz kalmış olsa da Doğu medeniyetine ait halkların yaşadığı bir İslam devleti olduğu, uluslararası resmi ilişkilerde kabul edilmiştir.

Afganların 982’de Müslüman oldukları, dört ana kültürel bağa sahip çıktıkları ve tarih boyunca çok sık işgal ve yağmaya maruz kaldıkları bilinmektedir. Dünya medeniyetini değiştirme veya köleleştirme hedefleri ile yapılan her doğu-batı savaşında, denize sınır çıkışı olmadığı için Afganistan uzun süren işgallere maruz kalmıştır. Hint-Çin ve Orta Asya Türkistan kapısı olarak stratejik bir coğrafyada konumlanan ülke coğrafyası, tarih boyunca İpek Yolu ticaretinin de geçiş bölgesi olmuştur.

Orta Doğu, Orta Asya, Güney Asya ve Doğu Asya’ya hâkim olmak isteyen her emperyalist güç için güvenlik üssü işlevi gören Afganistan, yalnızca stratejik konumu nedeniyle değil, etnik gruplar arası rekabet ve kabileler arası iç savaşlar nedeniyle ulus devlet gücünden mahrum kalmış, dini-mezhepsel bağnazlıklar ve küresel paralı askerlerin kamp yeri gibi kullanılarak Türk-Moğol, Fars, Arap, Hazar ve diğer küçük etnik gruplar arasında iktidar savaşları alanı haline gelmiştir.

Afganistan halklarından Peştular, Tacikler, Persler, Baluçiler, Bahtiyarlar, Ormuriler, Özbekler ve Selçuk Türkmenleri (Selçuklular: Moğollar, Kazaklar, Kırgızlar, Kızılbaşlar, Afşarlar, Uygurlar, Karakalpaklar, Tatarlar, Kıpçaklar) ülkenin yönetim merkezlerine, özelikle Kabil ve Kandahar’a hâkim olmak için rekabet etmişlerdir.

Türklerin Afganistan’da kalıcı hâkimiyetlerinin başlangıcı ise esas olarak MÖ 166’da Çinlilerin ‘Yüeçiler’ diye adlandırdığı ‘Kuşanlar’ tarafından başlatılmış ve MÖ 203 yılında Mete Han (Mao-tun) Kuşanlar Devleti’ni ilhak ederek Hun Devleti’ni kurmasıyla devam etmiştir. Saka (İskit) Türkleri ile Türkistan’da yerleşerek Büyük İskender’in Greko-Baktriya Devleti’nden Afganistan’ın Kuzeyini alan Hunlar, Doğu ve Batı Türkistan’da tüm Türk boyları üzerinde hâkimiyet kurmuşlardır. Bu tarihten sonra bölgede İran-Turan mücadelesi ve savaşları başlamıştır. “…MÖ 550’li yıllardaki Saka-Pers savaşlarının destansı bir anlatımından ibarettir. Eserdeki anlatıma göre, Persler İran’ı, Sakalar ise Turan’ı temsil eder. MS 6. yüzyılda Türklerden bahseden Menandros Türklere eskiden Saka dendiğini ifade etmiştir. İran’ın başında batılıların Kyros dedikleri Keyhüsrev; Turanlıların başında ise İranlıların kendisine Afrasyab, [Türklerin ise özellikle Kaşgarlı Mahmud ve Yusuf Has Hacib’in ifadelerine dayanarak] Alper Tunga dedikleri Türk büyüğü bulunmaktaydı. Bu eserinde Firdevsi, ‘Turan’ sözcüğünü Türklerin atası olarak kabul ettiği ‘Tur’a izafet eder ve bu konuyu destanında uzun bir şekilde anlatmaya çalışır.”2

Afganistan içlerine doğru yayılan İran-Afgan Lideri Büyük Kuroş’un, MÖ 450’li yıllarda Saka Türklerine karşı başlattığı sınır savaşları, İran-Turan savaşları olarak sürdürüle gelinmiştir. Alper Tunga’dan sonra da Saka-Oğuz Türkeri’nin Afganistan hakimiyeti yüzyıllar boyunca devam etmiştir. Saka Türklerinin tarihi sınırları, Persler ve Helenlerin hükümranlık sınırlarına ulaşmış, bu iki ulus ile yapılan sürekli savaşlarda, Türk liderleri Alper Tunga ve Ece Tomris kaybedilmişse de Hun Türklerinin sınırları Karadeniz’den Tanrı Dağları ve Hindikuş Dağları’na kadar genişletilmiştir. Saka-Hun Türklerinin Batı’da Tuna ve Doğu’da Mısır’a kadar geniş bir coğrafyada hükümranlık kurdukları tarihi kaynaklarda yer almıştır.

Günümüz Afganistan ve İran sınırları içerisinde Türk boylarının hükümranlıkları; MÖ 125 – MS 40 yıllarında Saka Türkleri, MS 40-425 ile MS 425-566 Akhunlar tarafından sürdürülmüştür.

7-9. yüzyıllarda Arap, Fars ve Türkler tarafından İslamiyet dini tam olarak yaşanmaya başlamış ve ilk İslam inancının “…Halid bin Velid tarafından başlatıldığı ve Hazreti Muhammed zamanında, Mekke’de Afgan askerlerine eğitim verildiği [veya] Halife Hz. Osman veya Muâviye devrinde, Basra valisinin Abdurrahman b. Semüre’yi bölgeye göndermesiyle başladığı”3 tahmin edilmektedir.

Afganistan’ın ulus devlet süreci ise 10. yüzyılda Samanoğulları Devleti Valisi olan Alp Tekin’in 963’te kurduğu ve 1186’ya kadar tüm bölgeyi yönettiği ‘Gazne Devleti’ tarafından başlatılmıştır.

Daha sonraki yüzyıllarda Kıpçak-Karluk Oğuz boylarının hakimiyet sınırları Hindistan, Pakistan ve Bangladeş’e kadar yayılmıştır. 1526’da (Panipat) ‘Pânîpet Savaşı’nda İbrahim Lodi’yi yenerek Hindistan’da Babürler Devleti’ni kuran Babür Şah’ın hükümranlığı ile Fars Hotakî Hanedanı Gilzai Boyu’ndan (Peştular) Mir Üveys Han Hotak (1709-1738) ve Afşar Hanedanı’nın kurucusu ve 1736-1747 yılları arasındaki kuvvetli hükümdarı olan Nadir Şah (22 Ekim 1688, Deştgerd – 19 Haziran 1747, Fethabad), İran, Azerbaycan, Afganistan ve Hindistan’ın kuzeyi ile Orta Asya’nın bir bölümünü içine alan Büyük Afşarlar İmparatorluğu ile Afganistan’da Türk hükümranlığını sürdürmüştür.

Afşar Hükümdarı Nadir Şah’ın Mazenderan Eyaleti Valisi olan Ahmed Şah Abdali Dürranî, Muhammed Zaman Han’ın oğludur. 1747’de Nâdir Şah’ın öldürülmesi sonucunda Kandehar’da hükümdarlığını ilân ederek Galzaylar’ı, Özbekler’i ve Tacikler’i hâkimiyeti altına alarak Afganistan’ın ilk devlet birliğini kurmuştur. Timur İmparatorluğu soyundan geldiği sanılan Ahmed Şah Dürrani’nin Orta Asya’daki Türk-İslam Birliği Devleti ülküsü ile Osmanlı Devleti’ne stratejik ortaklık tekliflerinde bulunduğu çeşitli kaynaklara yansımıştır.

Dost Muhammed Han’ın, 1839-1842 yılları arasında yönetiminde bulunduğu Afganistan Emirliği sırasında, İngilizler ile 1. Britanya İmparatorluğu-Afganistan Savaşı başladı ve Hint-İngiliz ordusu bu savaşta yenilmiştir.

1878-1880 yıllarındaki 2. Britanya işgalinde ise Afganlar, 27 Temmuz 1880’deki zaferi ile 2. Britanya-Afganistan Savaşı’nı kazandılar. Savaş sonucunda İngilizler, 1881’de Afganistan’ı terk etmek zorunda kalarak Gandamak Anlaşması’na bağlıklarını bildirmişlerdir.

3. Britanya-Afganistan Savaşı ise Amanullah Han yönetiminde, 3 Mayıs 1919 başlamış ve 8 Ağustos 1919’da Ravalpindi Antlaşması ile sona ermiştir. Antlaşma sonucunda Britanya Devleti, Afganistan’ın tam bağımsızlığını tanıyarak ülkeden tamamen çekilmiştir.

Hint-İngiliz Koloni şirketleri ve Rusya İmparatorluğu arasındaki emperyalist işgallere sıkça maruz kalan Afganistan, stratejik konumu ve Orta Asya ile Çin İmparatorluğu sınır giriş kapılarına sahip olması nedeniyle 16. yüzyılın sonundan, 21. yüzyılın başına kadar İngiliz, Rus, İran (persler) ve Türk hükümranlık mücadele ve savaşlarında yıkıma uğramış ve halklar arasındaki yurt-vatan bağının kurulması kasıtlı olarak engellenmiştir. Afganistan’da dini ve mezhep ayrıkları planlı olarak kabile ve tarikat savaşlarına dönüştürülmüştür. Bu dört yüzyıllık savaş ve ayaklanmalar tarihi, Afganistan ve Pakistan’da istikrarlı kalkınmayı engellemiş ve Bangladeş dahil bölge ülkelerinin birlik kurmasına imkân vermemiştir.

İktidar İçin Kabile ve Tarikat Ayaklanmaları

İngiliz kuvvetlerine karşı yapılan üçüncü savaşın ardından bağımsızlığını yeniden kazanan Afganistan’da Habîbullah Han üçüncü oğlu Emir Amanullah Han’ın kendisini Afgan Kralı ilan etti. Batılılaşma ve ulus devlet kurma baskıları nedeniyle katı yasal uygulamalarla kısa zamanda modernleşme ve kurumsallaşma planları uygulatmaya çalıştı. Atatürkçülük tarzı sosyal reformlara karşı muhafazakâr molla kabilelerince tek eşlilik ve batılı giyim-kuşam yaşam biçimi reformuna karşı direniş hareketleri ve kalkışmalar başladı.

‘Beççe-i Saka’ İsyanı: İngiliz kışkırtma ve iç ayaklandırma çalışmaları ile Kabil’de evlere su taşıyan ‘Sucunun Oğlu’ anlamında bir sıfat olan Beççe-i Saka; “…Güvenilir kaynaklara göre, Türk subayları tarafından yetiştirilip sonra dağıtılmış olan numune alayında onbaşılık yapmış, nişanlısının başka birisiyle evlendirilmesi yüzünden rakibini ve onunla suç ortağı saydığı birkaç kişiyi öldürmüştü. Bu yüzden dağa çıkıp eşkıyalık yapmak zorunda kalmıştı. Amanullah Han’a karşı ayaklanmayı yönetenler en çok bu adama dayanmayı uygun buldular. Onun buyruğu altında güçlü bir çete vardı. (…) 14 Aralık 1928’de Beççe-i Saka çetesiyle Kabil’e ani bir baskın yaptı. Beççe-i Saka, Kabil’deki vilayet binasına giderek kendisini resmen Padişah ilan ettikten sonra Habibullah Gazi unvanını aldı. (…) Bununla birlikte Beççe-i Saka tahta çıktıktan sonra, İngiliz elçisinin de telkinleriyle yabancı elçilikler (İngiliz, Fransız, Alman ve İtalyan) tamamen [ülkeden] çekilmiş, bir müddet sonra Rus elçiliğinin de bir işgüder bırakarak çekilmesiyle Kabil’de sadece Türk elçiliği kalmıştı. Bu arada Amanullah Han, Kabil’den ayrılmadan bir gün önce buraya gelmiş olan Kazım (Dirik) Paşa Reisliğindeki Türk askeri heyeti iki ay kadar Kabil’deki Türk sefarethanesinde misafir kaldıktan sonra 28 Nisan’da geri dönmüştü. (…) Nadir Han, Amanullah Han’ın tahttan uzaklaşmasını müteakip, 1924 ayaklanması esnasında Afganistan’ın Başkomutanı ve Harbiye Nazırı [unvanı ile yeniden sorumluluk alarak] bu ayaklanmanın anlaşma yolu ile halledilmesini teklif etmiş, (…) Kabil’den kaçmaya çalışırken Habibullah Baççe-i Saka’yı yakalamış ve daha sonra da idam edilmişti.”4

Tarihte Türklerin çok sık düştükleri iç hain potansiyelinin tuzaklarına en somut ve yıkıcı örneklerden birisi de bir ülkenin kaderini çok derinden sarsan bu iç isyandır. İbretliktir ve Türkiye’nin 1990-2016 yılları arasında düşürüldüğü kamusal kuşatma ve sivil toplum kuruluşlarının paralel devlet erki tuzaklarına aynadır.
Afganistan Emirliği’nde, Amanullah Han ve Nadir Han (1919-1929) dönemi Türkiye ve Avrupa tarzı reform hareketleri uygulama dönemi olarak biliniyor. Bu tarihlerde Afgan halkının dini ve milli homojen birlik ülküsünden kopuk ve daha ziyade İran, Hint ve Rus medeniyetinin etkisi ile yaşayan, bu medeniyetleri tam olarak yaşam döngüsünün olguları ile iradelerini güçlendiremeyen halk sınıfları, Türk ulus devlet bilincini de içselleştirememişlerdir. Arap ve Hint sosyal sınıf katmanları kast hiyerarşisine geleneksel bağ ile bağlı olunması nedeniyle tarihin her döneminde Afgan toplum tabakaları çok kolay çökertilmiş ve güç odaklarınca sürekli sömürüye mahkûm edilmiştir. Amanullah Han’ın, Atatürk devrimlerinin bir benzerini molla din tacirlerine cahilce ve bağnazlıkla tutkulu bağla bağlı olan Afgan halkına kabul ettirmesi mümkün olmamış, Amanullah Han ölüm korkusu ile İsviçre’ye kaçmak zorunda kalmıştır.

1933’ten sonra Zahir Şah’ın 40 yıl boyunca Afganistan’ı yönetmesi bir istikrar dönemi gibi görünse de monarşi otoritesi nedeniyle merkezden taşraya eğitim, öğretim, okullaşma ve alt yapı yatırımları geliştirilememiştir. Zahir Şah’ın Krallığı döneminde uzak ve yakın akrabalar dahil devlet kademleri nepotizme dayalı bir hiyerarşiye dönüşmüş ve fikir ayrılıklarına dayalı aydınlanma ve demokratik hoşgörü toplamana evrilmek mümkün olmamıştır. Pakistan tarafından desteklenen Peştu Kabilesi’nin hükümetten uzak kalması sonucunda yeni bir istikrasız dönem başladı ve 1973’te, “Afgan Demokratik Halk Partisi’nin Perçem kanadının lideri Mir Ekber Hiber’in Davud Han tarafından suikastla öldürülmesi barutu ateşleyen olay oldu. Sevr Devrimi fikri akıllara yatmaya başlamıştı. Lakin bunun devlet tarafından yapılması inkâr edildi. Parti üyeleri bu olayın kendi başlarına gelmesinden korkmuştu. Davud Han artık komünistlere acımıyordu. Bu suikast sonrası ülkede küçük çaplı itirazlar olsa da, kısa sürede yatırıldı. Devrimde ön planda olacak Amin, Terakki ve Karmal hapsedilmemişti.”5

Peştu asıllı Serdar Muhammed Davut Han, ülke yönetimine darbe ile el koydu ve cumhuriyet ilan etti. İdari hâkimiyette sıkıştığı her dönemde SSCB’yi batılı güçler karşısında koz olarak kullanmaya çalıştı. Başvurduğu yönetim tarzından rahatsız olan bürokratik ve askeri sol görüşlü grupların birleşmesiyle Davud Han, Demokratik Halk Partisi tarafından düzenlenen bir darbeyle devrildi ve öldürüldü. Onun yerine Devlet Başkanı (1978-1979) olan Peştu asıllı Nur Muhammed Terakki, 27 Nisan 1978’de Afganistan Demokratik Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ilan etti.

Nur Muhammed Terakki idaresindeki monarşi yapısına ait güç odakları, Afganistan Demokratik Halk Partisi’nin iki hizip kanadı olan ‘Halk’ ve ‘Perçem’ liderinin sürgünü ve tasfiyesi ile partili devlet sistemi ve hükümet otoritesi sarsıldı. Ülkenin geri kalmış bölgelerinde yaşayan muhafazakâr ve İslamcı bazı aşiret liderlerinin desteği sonucunda, 1979’da Kabil’de sol kanat liderlerinin de desteğini alan Hafızullah Emin tarafından 14 Eylül 1979’da yapılan bürokratik-askeri darbe sonunda SSCB yanlısı komünist Devlet Başkanı Nur Muhammed Terakki idam edildi. Halk ve Perçem liderleri, SSCB organizasyonu ile Babrak Karmal liderliğinde yeniden anlaştı. İngiliz ve Rus ‘Büyük Oyunu’* Orta Asya ve Ortadoğu’da yeni bir evreye ulaşmış oldu.

Sovyetler Birliği, 27 Aralık 1979’da Babrak Karmal’ı işbaşına getirirken fiili olarak ‘Fırtına-333’ harekâtı ile 24 Aralık 1979’da Afganistan’ı işgale başlamıştı.

‘Sevr Devrimi’ **olarak anılan komünist darbe sonrası, SSCB işbirlikçileri tarafından Hafizullah Emin şehit edilmiş ve onun yerine atanan Babrak Karmal ve Sultan Ali Keşmand SSCB işgalini meşrulaştırmak için çalışmıştır. Afganistan Demokratik Halk Partisi (ADHP) içeresindeki Halk ve Bayrak-Perçem hiziplerinin rekabeti ile yönetimde başarılı olamayan bu ikili yerine, Muhammed Necibullah KGB benzeri, KHAD olarak anılan polis kuvvetleri istihbaratının başına getirilerek halka şiddet, baskı ve etkin tutuklama uyguladı. Halk bu nedenle Sovyetler Birliği işgaline ve Kabil Necibullah rejimine karşı ‘halkın mücahit gruplarına’ desteğini artırmış ve Molla Ömer gibi mücahit liderlerinin bölgesel askeri güç sahibi olmalarına yol açılmıştır. Halkın Mücahitleri, ABD ve Pakistan tarafından eğitip silahlandırılarak 120 bin kişilik Rusya SSCB ordusunu yenmiş, 14 Nisan 1988’de, Birleşmiş Milletler’in girişimiyle Cenevre’de imzalanan ‘Cenevre Anlaşması’ sonrasında, 15 Mayıs itibarıyla Sovyet güçlerinin ülkeden çekiliş süreci başlatılmış ve nihayet 15 Şubat 1989’da SSCB orduları yaklaşık 60.000 kayıp ve büyük mali bedel ödeyerek Afganistan’ı terk etmiştir.

SSCB’nin çöküşünde etkili olan Afganistan’ın işgaline yönelik kayıpların etkisi ayrıca ele alınıp değerlendirilmelidir.

ABD-BM ve NATO İşgali

İç Savaş – Taliban – Öğrenciler Örgütü: Hizb-i İslâmi’nin lideri olan Gülbeddin Hikmetyar, General Raşit Dostum, Tacik asıllı Ahmed Şah Mesud, Burhaneddin Rabbani, Abdul Resul Seyaf, Muhammed Nabi Muhammedi, 1992-1994 Afgan İç Savaşı’nın önde gelen grup liderleri kabul edilir. İran, Pakistan, Suudi Arabistan ve Özbekistan başta olmak üzere çıkar grupları ülkelerin desteğinde, ülke yönetimine sahip olmak isteseler de ‘Taliban Örgütü’ bunları bertaraf ederek büyük ölçüde Afganistan’ın doğu ve güneyindeki Peştu bölgelerinde geleneksel İslami okullarda eğitim görmüş ve Sovyet Rusya-Afgan Savaşı sırasında savaşan öğrencilerden (talib-talebe) oluşmuştur.

Rusya’nın, Afganistan’ı işgali ile başlayan menderese ekolü Peştu öğrenciler örgütü Taliban, ABD, Pakistan, Suudi Arabistan, Hindistan ve hatta Çin’in desteklediği ülkelerin eğitim ve silah desteğiyle dış işgaller ve iş savaşlar sürecinde, Hanefi fıkhına dayalı İslami bir devlet kurulması için desteklenmiş değildir. Her kabilenin dini ve milli idealine göre devleti ve toplumu örgütlemek gibi idealler olduğu bilinmektedir. Türklerin dini inançları esasında bir devlet kurulmasını ise ‘Selefilik’ ve ‘Şialık’ taraftarları silahlı müdahale ile engellemektedir. Ulusal Direniş Mücahitlerinden Molla Gavs, Molla Muhammed Rabbani, Molla Muhammed Ömer’in, ‘Muhammedi Hanif’ fıkıh esasına göre yetiştirdiği ‘Taliban Kuvvetleri’ 1994 Kandahar vilayetinde 50 medrese öğrencisiyle başlattıkları örgütlü direnişi, ülke çapında hücreler halinde yaygınlaştırmış ve düzenli ordu gücüne ulaşarak Afganistan’ın 100’de 50’sine hâkim olmuştur.

1996 yılından 2001 yılına kadar ülke yönetimine el koyan ‘Taliban Hükümeti’ için, ‘Taliban bizim çocuklarımızdır’ diyen Pakistan tarafından ülke yönetimine yönelik sevk ve idare edilmiş ve 1992-95 yıllarında, beş farklı mücahit ordusu Kâbil’i ağır silahlar vurarak 2 milyon nüfusu 500 bine düşürmüştür. ‘Afganistan İslam Emirliği’ adına savaşan Taliban ve bunları desteklemek için kurulan ‘El Kaide’nin 2001’de ABD’de ikiz kuleleri ve bazı stratejik güvenlik merkezlerini uçaklı intihar eylemleri ile bombalaması sonrasında, BM ve NATO gücüyle ABD, 7 Ekim 2001’de Afganistan’ı işgal etti.

BOP-BMEI Stratejisinin Akıbeti ve Yeni Afganistan

26 Ocak 2005 – 20 Ocak 2009 tarihleri arasında Amerika Birleşik Devletleri’nin Dışişleri Bakanlığı görevini üstlenen Condoleeza Rice, 7 Ağustos 2003’te Washington Post gazetesinde, ‘Transforming the Middle East’ (Ortadoğu’yu Dönüştürmek) adlı makalede, Ortadoğu’da Türkiye de dâhil, 22 ülkenin sınırlarının değişeceğini bildiren tespitleri, Batı’nın hedef tahtasında, Milenyum sonrası, BM (UN) ve NATO güdümlü Haçlı Seferleri bildirgesi gibi açıkça ilan edilmiştir.

Müslüman devletlerin yer altı kaynakları ve yer üstü potansiyel zenginliklerinin sömürülmesi ve yeni oyunun figüranları ise İsrail, Mısır, BAE ve Suudi Arabistan ile Körfez Emirlikleri olacağı anlaşılmıştı.

Broader Middle East and North Africa Initiative (Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Girişimi) Afganistan ve Irak’ta ABD ve AB’nin bütçelerinde büyük maliyetlere yol açınca ‘Turuncu Devrim’ veya ‘Kadife Devrim’ hayalleri mor kâbuslara dönüşmüştür. Komünizmin çöküşünün ardından ‘ezilenlerin ve sömürülenlerin haklarını savunan İslam adaleti ve idealine’ karşı İran, Pakistan, Türkiye, Mısır, Afrika ve Uzakdoğu Asya ülkelerini de kapsamaktaydı. Hindistan, Çin ve Japonya gibi ülkelerin ise ‘ekonomik ortak’ olarak kuşatılacağı ‘Yeni Dünya Düzeni’nin savaş alanı Irak, Afganistan, Suriye, Türkiye ve İran olarak öngörülmüştü.

Azerbaycan, Irak, İran, Türkiye, Pakistan, Afganistan, Yemen, Suriye, Lübnan, Filistin, Fas, Tunus, Libya, Cezayir’in sınırlarının değişimi, Yeni Dünya Düzeni destekleyicilerinin ve ‘Kadife Devrim’ maliyecisi George Soros’un bütçesi yetmemiştir.

Yunanistan, İsrail, Ermenistan, Büyük Kürdistan, Ukrayna, Gürcistan ve Kafkasya halkları lehine değiştirilecek olan sınırlar ile Doğu Akdeniz, Ege Adaları, Kıbrıs, Irak ve Suriye’nin bir bölümü Türkiye hâkimiyetinden kopartılacaktı.

BOP ve Yeni Dünya Düzeni’ne karşı Türkiye, İran ve Rusya’nın direnci ile Afganistan ve Irak savaşlarının büyük maliyetlerine, COVID-19 virüsünün tahribatı şimdilik engel olmuş gibi görülmektedir. Milenyum Haçlı Kuşatması ile BOP planlarında 21. yüzyıl sömürge planları akamete uğramış görünüyor.

Afganistan’da yenilen BM ve NATO; Çin, Rusya, Pakistan, Türkiye ve İran’ın aktif desteği ile Afganistan’da idari ve sosyal sistemi yeniden tesis edilebilecek ortaklık iradesini göstermekten uzak olsa da Pakistan ve Türkiye bölgede yeni bir denge kurmak ve ‘İslam Alemi’nin içine düştüğü 300 yıllık kabusa son vermek için mümkün olan en uygun silahlı güvenlik birliğini ve koalisyon ortaklıklarını oluşturmak istiyor.

Rusya, Çin, Türkiye, İran, Pakistan ve (mümkün olursa) Hindistan ve Afrika’daki bazı devletler ile Endonezya ve Malezya gibi ülkelerin ekonomik ve askeri işbirliği Avrasya’nın geleceği için çok önemlidir.

BM ile NATO’nun da resmi ve küresel para birimleri olan ABD dolarını, Euro ve İngiliz Sterlini gibi para birimleri ile ticaret yapmayacakları ve Asya’nın sömürülmesine karşı işbirliği yapacakları anlaşılmaktadır. “… Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği’nin (ASEAN) 37. Liderler Zirvesi kapsamında düzenlenen Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık (RCEP) görüşmesinde, ASEAN üyeleri Brunei, Kamboçya, Endonezya, Laos, Malezya, Myanmar, Filipinler, Singapur, Tayland ve Vietnam” 6 4 Aralık 2020’de imzaladıkları anlaşılmıştır. Asya-Pasifik Bölgesi 15 ülkenin ortaklığına dâhil olmak isteyen Çin, Japonya, Güney Kore, Avustralya, Yeni Zelanda ve Hindistan ile Asya ve Avrasya’da ABD ve AB’ye rakip yeni ve büyük küresel güç oluşmuştur.

ABD ve AB’nin Afganistan’da savaşı kaybetmesi, Ortadoğu ve Avrasya sömürge sistemi olan ‘Yeni Dünya Düzeni ve BOP’tan tamamen vaz geçtiğini göstermez. Tam aksine, Rusya ve Belarus da dâhil, AB hinterlandında parçalanarak ABD’nin, NATO ve BM’nin şemsiyesi alına sokulacak ve Orta Asya ile Ortadoğu yeni ‘Büyük Oyun’ sahası olmaya devam edecektir.

Çin, Rusya, İran ve Türkiye’nin Afganistan’da istikrarlı bir ‘devlet’ kurulmasını başarması çok zor görünse de önümüzdeki 5-6 yıl Avrasya ve Ortadoğu’nun kaderini kendi iradesi ile kurma gücünün test edileceği yıllardır. Türkiye’nin 2023 hedefi ile nitelikli alan ve alt alan uzmanlaşma eğitim ve öğretimini yüksek teknoloji üretimi ile başarması şarttır. Türkiye’de halen yoksulluk, gençlerin istihdamı, sağlık ve kaliteli yaşam dengesi, hukuk ve adalette kişisel ve toplumsal eşitlik sorunu, çevre ve su sorunları, erişilebilir ve temiz enerji yetersizliği, tarım-sanayi ve uzay bilimleri uygulama politikasızlığı gibi çok acil çözüm bekleyen sorunlar var.

Ekonomik Büyüme ile ‘Model İslam Devleti’ olma başarısını bölge ve çevre ülkelere, Libya ve Azerbaycan ile gösteren Türkiye’nin öncelikli acil hedefi, Suriye savaşını ve terör kantonları oluşumunu sonlandıracak anlaşmaları yapmaktır. İvedilikle; İran, Irak, Suriye, Mısır ve İsrail ile, sonra da ABD ve AB ile birlikte Ortadoğu’da ve Orta Asya’da Türkiye Cumhuriyeti’nin etkisizleştirilemeyeceğini uygulamalı olarak gösterdikten sonra, onları anlaşma masasına oturtmaya mecbur etmek en yakın hedeftir. Türkiye’nin dış politikasının ana ekseni ise Türk Cumhuriyetlerini, Türk Topluluklarını ve daha sonra da diğer tüm İslam ülkelerini etkileyerek küresel adalet ve barış dengesinin kurulmasına öncülük yapacak güce ulaşmaktır.

Milenyum Haçlı Seferleri kapsamında Afganistan’da; “…ABD’de Brown Üniversitesinin ‘Savaşın Maliyetleri’ projesindeki tahminlere göre ABD, 20 yıl süren savaş için 2 trilyon dolardan fazla para harcadı. 2001 yılından bu yana 47 bin 245 Afgan sivilin öldürüldüğü, milyonlarca kişinin de yerinden edilerek Pakistan, İran ve Avrupa’ya kaçtığı belirtildi. ABD Savunma Bakanlığı verilerine göre 2001 yılından bu yana Afganistan’da 2 bin 442 ABD askeri öldürülürken, 20 bin 666 asker de yaralandı. NATO birliklerinden ise bin 144 personel hayatını kaybetti.”7

Sonuç

Türkiye’nin Afganistan’daki başarısı veya başarısızlığı hem İslam Âlemi, hem de Türk Dünyası için ölçü olacaktır. ABD, NATO ve BM kapsamında düşünüldüğünde ise Türkiye, Pakistan, İran ve Mısır gibi devletlerin, BM karalarını veto eden ülkeler ile eşit haklara sahip olma mücadelesinde belirleyici olacaktır.

1.https://www.britannica.com/place/Afghanistan/The-arts-and-cultural-institutions#ref261360
2.Bakır, Abdulhalik – Ahmet Altıngök / Klasik Ve Çağdaş Kaynaklar Işığında Turan-İran Kavramı Ve Tarihsel Coğrafyası.- Tarih İncelemeleri Dergisi Cilt: XXVI, Sayı: 2, 2011, 361-422 ss.
3.https://www.sabah.com.tr/sozluk/tarih/afganistan-afganistan-tarihi
4.Erden, Ömer / Afganistan’da gerici bir Hareket : Baççe-i Saka.- Atatürk Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Atatürk Dergisi , 4 (1), 2010, 203-215
5.https://birparcatuhaftik.com/sevr-devrimi-ve-afganistan/
*NOT -1: [Afganistan’da bütün bunlar ‘Rus-İngiliz Büyük Oyun’ paylaşımı sonrasında gelişti ve İran’da Şah Rıza Pehlevi darbe devrildikten sonra 6 Ocakta Kahire’ye gitti. 1 Şubat 1979’da İmam Humeyni İran’a döndü ve İran İslam Cumhuriyeti ilan edildi.]
**NOT-2: [Celali Takvimi’ne göre 21 Nisan- 21 Mayıs, 2. Ay =Sevr ayı]
6.https://www.aa.com.tr/tr/dunya/asya-pasifik-ulkeleri-dunyanin-en-buyuk-serbest-ticaret-anlasmasini-imzaladi/2044140 (Ömer Faruk Yıldız, 15.11.2020)
7.https://www.sozcu.com.tr/2021/dunya/afganistanda-20-yil-sonra-o-gun-geldi-catti-abd-askerlerinin-cekilme-sureci-basladi-6407164/

Mission News Theme by Compete Themes.